Gerçeğe yeni ses
Numedya24

Barışa Son Şans

Barışa Son Şans

İktidarın meseleyi sadece bir “silah bırakma” ve “fesih” çerçevesine sıkıştırması, büyük resmi ıskalamasına yol açıyor. Oysa 27 Şubat’ta yapılan çağrı yalnızca bir örgütsel sonlanma değil, aynı zamanda bir demokratik toplumsal sözleşme arayışıdır. Sn. Öcalan’ın bu çağrısı, bir barışa davet olmanın ötesinde, herkese, her kesime etik ve tarihsel bir sorumluluk hatırlatmasıdır.


Ebru GÜNAY

Zaman, kendi suretini bile şaşırtacak kadar hızlı akıyor. Artık meseleler yalnızca yerel ya da bölgesel değil; dünya, her çatışmayı kendi bağrında taşıyor, her kırılma anı yeni bir küresel sarsıntıya dönüşüyor. Ortadoğu ise bu küresel sarsıntıların merkezine yerleşmiş durumda. Çünkü bu topraklar, sadece tarih boyunca değil bugün de hâlâ, hakikatin ve yanılsamanın, savaşın ve barışın iç içe geçtiği bir eşiği temsil ediyor.

Ortadoğu’da savaş, biçim değiştirerek varlığını sürdürüyor; ölüm, gündelik bir gerçeklik olarak yaşamın içine sızmış durumda. Bu coğrafya, sadece haritalar üzerinde değil, ideolojilerde, inançlarda, stratejilerde de en çok söz söylenmek istenen yer haline geldi. Ve bu sözlerin tam ortasında, tarihsel olarak inkârla yoğrulmuş ama örgütlü yapısıyla varoluşunu geleceğe taşıyan Kürt halkı yer alıyor. Demokratik ve ortak yaşam perspektifiyle, Ortadoğu’nun çatışmalı denkleminde en dinamik ve belirleyici aktörlerden biri olmayı sürdürüyor.

İşte bu nedenle, Kürt meselesinin demokratik çözümü artık bir siyasi başlık olmanın ötesine geçmiş durumda; adeta insanlık onurunun sınavına dönüşmüş halde. Yüzyıllık inkâr politikalarıyla varlığını sürdüren devlet aklının, artık bu gerçekle yüzleşmesi kaçınılmazdır. Tarih boyunca, Kürt meselesini çözmeyen her iktidar, bir biçimde çözülmüş, tarihin derin sayfalarına gömülmüştür. Suriye örneğinde olduğu gibi, halkların taleplerini bastıran her yapının sonu, sadece siyasal bir iflas değil, aynı zamanda bir meşruiyet yitimidir. Demokrasi, Kürt halkının haklarını tanımadan gerçekliğe bürünemez. Demokratikleşmenin turnusolü budur.

Bugün yaşanan gelişmeler de gösteriyor ki, bir eşikteyiz. Devlet Bahçeli gibi bir figürün alışılmadık açıklamalarıyla başlayan ve İmralı’da gerçekleşen görüşmeyle devam eden süreç, siyasi sahnenin yeniden biçimlendiğini gösteriyor. Daha düne kadar aynı mecliste olup birbirine uzak duran siyasi aktörlerin yeniden temas kurması, Kürt halkının kendi iç diplomasisini güçlendirmesi, Hewlêr ve Süleymaniye ziyaretleri, Kuzey Doğu Suriye temasları — tüm bunlar zamanın ruhunun değişmekte olduğuna işaret ediyor.

Ancak iktidarın meseleyi sadece bir “silah bırakma” ve “fesih” çerçevesine sıkıştırması, büyük resmi ıskalamasına yol açıyor. Oysa 27 Şubat’ta yapılan çağrı yalnızca bir örgütsel sonlanma değil, aynı zamanda bir demokratik toplumsal sözleşme arayışıdır. Sn. Öcalan’ın bu çağrısı, bir barışa davet olmanın ötesinde, herkese, her kesime etik ve tarihsel bir sorumluluk hatırlatmasıdır.

Geçmişte de barışa çok yaklaşılan anlar oldu. İnsanların elleri yüreklerinde, gözleri umutla dolu bekledikleri zamanlar yaşandı. Ancak her defasında, Kürt meselesini bir güvenlik sorununa indirgemek, barışı “bitirme” arzusuyla kirletmek, çözümsüzlüğü derinleştirdi. Bu yaklaşım, Kürt halkının varlığını inkâr ettiği sürece, barış sadece bir söylem olarak kalacaktır. Gerçek çözüm, hakların ve kimliklerin anayasal güvence altına alınmasıyla mümkündür.

Bugün geldiğimiz noktada, bıçak sırtında yürüyen bir toplum var. Bir yanda milliyetçi ve ırkçı duygularla kışkırtılmış kalabalıklar, diğer yanda en temel hakkını dile getirdiği için cezalandırılan, kriminalize edilen bir halk. En çok barışı konuştuğumuz dönem belki de 2009-2015 yıllarıydı. Ama o yıllarda bile demokratik siyaset yargı kıskacındaydı. Ve o dönemin belki de en trajik ama en doğru tespiti şu oldu: “Barışı konuşacak son nesil bizleriz.” Çünkü uzayan çözümsüzlük, kutuplaşmayı derinleştiriyor; zaman, tarafları birbirinden daha da uzaklaştırıyor.

Barışın kendisi elbette kıymetlidir, ama asıl mesele barışı kalıcılaştırmak, onu toplumsal bir bilinç haline getirmektir. Bu noktada Kürt özgürlük hareketinin, yılların getirdiği kırgınlıkları aşmak ve demokratik siyaseti önceleyen bir perspektifi toplumsallaştırmak gibi zorlu bir misyonu var. Ancak barış sürecini meşrulaştıracak ve güvence altına alacak asıl adımlar devlet aklından gelmelidir. İktidar, düşman ceza hukuku anlayışını terk etmeden, demokratik yapılara karşı uyguladığı dışlayıcı dili değiştirmeden bu süreci sağlıklı biçimde yürütemez. Sn. Öcalan’ın çağrısındaki temel vurgu —hukuki güvence ve demokratik siyaset zemini— iktidarın önünde bir sorumluluk olarak durmaktadır.

Yine de bütün bu yıkıma ve inkâra rağmen hâlâ barışı konuşabilecek bir neslin varlığı, umudun en kıymetli parçasıdır. Ve bu neslin önünde duran en büyük —belki de tek— şans, Öcalan’ın barış konusundaki ısrarıdır. Onun toplumsal karşılığı, süreci sadece politik değil, aynı zamanda etik bir zemine taşıyor. Bu ısrar, sadece bir halkın değil, bütün bir coğrafyanın barış umudunu diri tutan bir çabadır.

 

Benzer Haberler