Gerçeğe yeni ses
Nûmedya24

Faik Bulut yazdı |

TİHV Başkanı Dr. Metin Bakkalcı’nın sürece ilişkin önermeleri

Faik Bulut yazdı |
Faik BULUT

Dr. Metin Bakkalcı: 1956 Eskişehir doğumlu. 1987 Hacettepe Tıp Fakültesi mezunu. 2006’dan bu yana TİHV Yönetim Kurulu’nda yer aldı. 1992-1994, 1998-2000 yılları arası TTB Merkez Konseyi üyeliği, 2000-2002 arası TTB 2’nci Başkanlığı görevlerini yürüttü.

Dr. Şebnem Korur Fincancı’nın Türk Tabipleri Birliği (TTB) başkanlığını üstlenmesinin ardından Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) başkanlığını devretmek istemesi üzerine yeni başkan TİHV Genel Sekreteri Metin Bakkalcı oldu.

Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV): İnsan hakları savunucularının 12 Eylül 1980 askeri darbesi sonrasında hem İHD hem de TTB’de işkencenin önlenmesi, işkenceye maruz kalmış kişilerin tedavi ve rehabilitasyonuna yönelik neler yapılabileceğine dair girdikleri çaba ve arayışlarının sonucu olarak İnsan Hakları Derneği (İHD) ve 32 insan hakları savunucusu tarafından 1990’da kuruldu.

TİHV’in internet sayfasında vakfın temel hedefi şöyle ifade ediliyor: “İnsanlık onurunun korunması, demokrasinin gelişmesi ve toplumsal barışın tesisinin temel zemini olarak işkence ve diğer kötü muamele uygulamalarının son bulduğu ve böylece TİHV gibi kurumlara ihtiyacın kalmayacağı bir dünyaya ulaşmaktır.”

Dr. Metin Bakkalcı Türkiye’de insan hakları ihlalleri denilince ilk akla gelen isimlerden. “Halk için sağlık” anlayışını şiar edinmiş onurlu bir hekim. Bu mücadeleyi önce TTB’de, sonrasında Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nda (TİHV) uzun yıllardır bıkmadan, usanmadan sürdürüyor. “İnsan hakları mücadelesi iğneyle kuyu yazmak gibidir. Zordur, meşakkatlidir. Bedel ödetir. Dr. Metin Bakkalcı da 12 Eylül 1980 döneminde bu bedeli ödeyenlerden.” (Dr. Ayşe Uğurlu-Sibel Durak, Hekim Postası)

Mersin’de Barışa Giden Yol Konferansı

Mersin Emek ve Demokrasi Platformu’nun 27 Eylül’de düzenlediği  “Barışa Giden Yol” başlıklı etkinliğe çağrılan iki isimden biri bu makalenin derleyicisi, diğeri Dr. Metin Bakkalcı idi.

Ben Ortadoğu ve Türkiye’de çatışma-barış sorunlarına yoğunlaştım. Dr. Metin Bakkalcı ise insan hakları ile vicdani ve siyasi yanıyla meseleyi irdeleyip sorgulama yolunu tercih etti; içerik ve biçim açısından hayli doyurucu bulduğum “Ortadoğu’da Barış Giden Yol: İnsan Hakları Perspektifinde (Türkiye’de) Geçiş Dönemi Adaleti” başlıklı sunumunu yaptı.

Türkiye kamuoyu ile yurtdışında yaşamakta olan yüz binlerce ilgili ve meraklı insanımızı bu güzel sunumdan mahrum etmemek için, bahsedilen sunumu hemen olduğu gibi aktaracağım.

Dünyada ve Türkiye’de İnsan Haklarının Durumu:

İnsan haklarını referans alan bir rejim fikri terkediliyor. Bu hakları sistematik olarak ihlal eden bir devlet pratiği egemendir. Mesela 1948-2024 yılları arasında Türkiye’de Liberal Demokrasi Endeksi’nin en düşük dönemleri şöyle sıralanabilir: 1948 (yaklaşık 0.1), 1980-82 (yaklaşık 0), 2016-2018-2020 ve 2024 yılları arası (yaklaşık 0.1). (Kaynak: Democracy Report 2-25-V-Dem Institute Gothenburg Üniversitesi-Mart 2025)

Dolayısıyla kuralsızlık, keyfilik ve belirsizlik rejimin kendi varlığını sürdürebilmesinin ana unsurlarına dönüşmüş durumda. Neticede yurttaşlık alanı (civic space), taammüden iyice daraltılmakta; değerler ve normlar tahrip olmaktadır.  Her düzeydeki eşitsizlikleri daha da derinleştiren ekonomik düzen, ekonomik ve sosyal haklarda derin tahribata yol açmaktadır.

-Sonuçları yurttaşların hem biyolojik hem de sosyal yaşamlarını sürdürebilmeleri açısından yaşamsal bir soruna dönüşmekte,

-Ekosistemi tahrip eden, doğayı tümüyle yıkmakta olan politikalar artık bir varoluş sorununa dönüşmektedir.

-Hal böyleyken küresel insan hakları rejiminin esas olarak çöküşü söz konusudur. (İstanbul Bildirisi: Küresel İnsan Hakları Krizine Karşı Mücadele Çağrısı, 21 Eylül 2025)

Küresel İnsan Hakları Krizinin Ulaştığı Düzey: “İnsansı hayvanlarla savaşıyoruz… Gazze’yi tamamen ablukaya alıyoruz. Elektrik yok, gıda yok, su yok, yakıt yok. Hepsi kapalı…” (İsrail Savunma Bakanı, 9 Ekim 2023)

Gazze nüfusunun %32’sinin IPC Phase 5 (KITLIK) içinde olması bilinen ilk örnektir.

Askeri harcamalar ve savaşlar

2024 yılında toplam askeri harcamalar (toplam 2.718 trilyon dolar), küresel gayri safi yurtiçi hasılanın yüzde 2.5’ini oluşturdu. 2035 yılındaki hedef ise bu oranı %5’e yükseltmektir.  (Kaynak:  SIPRI 2025 Yıllığı, 16 Haziran 2025) 

Cenevre Akademisi verilerine göre dünyada devam etmekte olan 110 silahlı çatışma ve savaşın 45’i Ortadoğu’da sürmektedir.

Peki, bütün bunların sonuçları ne olacak?

Acil gündem şudur: Her açıdan kritik bir kavşakta olduğumuz bir dönemde birlikteyiz.

Bir yandan; “insan haklarını referans alan bir rejim fikrinin terkedildiği” bir ortam,

Diğer yandan, “gerekçelerdeki kimi farklılıklar dâhil, Türkiye’nin “demokratikleşmesi” ve “barış” ortamının sağlanmasına yönelik toplumun pek çok kesiminde hissedilen temkinli bir umut.

Böylesine kritik bir kavşakta ne yapılmalı?

Bu ağır insan hakları krizinin aşılması için, yaşamın her alanında adalet, eşitlik, özgürlük ve barış ilkelerinin temelini oluşturduğu insan haklarının “kurucu rolünün” yeniden etkin kılınması bugün daha da gerekli ve hayatidir.

Bu kritik kavşaktan çıkış yönü, bugüne etkin bir şekilde müdahil olabilen/mücadele eden toplumsal kesimlerin ağırlığı ve becerisi ile doğrudan ilgilidir.

Silah bırakma ve “Süreç” (1 Ekim 2024 tarihinden itibaren gündem olan “SÜREÇ”)

*22 Ekim ve sonrası: MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin açıklamaları.

*27 Şubat: PKK lideri Abdullah Öcalan’ın “Barış ve Demokratik Toplum” Çağrısı.

*5-7 Mayıs: PKK 12. Kongresi, PKK’nin varlığını, örgütsel yapılanmasını ve silahlı mücadele yöntemine son verme kararını açıklaması.

*11 Temmuz: Bir Grup PKK üyesinin “silah bırakma/imha etme” sembolik etkinliği düzenlemesi.

*5 Ağustos: “Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu” çalışmalarına başlanması.

Silah bırakma/imha etme”, kendi başına, hayatî öneme sahiptir.

Her şeyden önce yeni can kayıplarının önlenmesine,

Bu çatışma ortamında yer alan yakınlarının yaşamlarına dair insanların duyduğu endişe ve korkulara da son vermesine katkı sağlayacağı aşikâr olduğu için çok kıymetlidir.

Sözün alanını genişletip etkinliğinin artmasına, Kürt meselesinin şiddeti dışlayan yöntemlerle çözümüne ve adil barış ortamının sağlanabilmesine katkı açısından da değerlidir.

Ve “silah bırakma” meselesinin asli muhatapları silahlı gruplardır.

“Silah Bırakma” sürecinin güvence altına alınması amacı ile; BM (Birleşmiş Milletler) uzmanlarının 11 Nisan 2025 tarihli bu süreç ile ilgili çağrısına yer verildiği gibi, “silahsızlanma, terhis, yeniden entegrasyon (DDR)” programlarına yönelik;

  • Katılımcı bir yaklaşımla,
  • Gerekli yasa düzenlemeler de dâhil olmak üzere etkin ve somut hazırlıkların yapılması gerekir.

Silahsızlanma (Disarmament): Silahların toplanması, belgelenmesi, kontrolü ve imha edilmesi,

Terhis (Demobilizasyon): Silahlı kişilerin resmi ve kontrollü bir şekilde sivil hayata geçişi,

Yeniden Entegrasyon (Reintegration): Ekonomik yeniden entegrasyon, sosyal/psikososyal yeniden entegrasyon, siyasi yeniden entegrasyon (grup düzeyinde ve birey düzeyinde).

Kürt meselesinin diyalog ve müzakereye dayalı olarak şiddeti dışlayan yöntemlerle çözümü doğrultusunda ilerlenebileceği ölçüde bu “sürecin” kıymetinin daha da artacağı aşikârdır.

a) Kürt Meselesi

Ekonomik, sosyal, kültürel, hukuksal ve siyasal boyutları olan; özel olarak kimlik ve kültürel haklar başta olmak üzere Kürtlerin temel hak ve özgürlüklerinin teminat altına alınmasına referansları olan bir meseledir.

Bu nedenle, kimlik ve kültürel haklar başta olmak üzere, Kürtlerin temel hak ve özgürlüklerini teminat altına alacak yasal düzenlemeler dâhil kapsamlı programların oluşturulması gerekir.

b) Kürt Meselesinin barışçıl ve demokratik çözümü

*Nihai olarak, demokrasinin kendi başına bir değer olduğu anlayışına dayanan bir demokratikleşme programı meselesi bağlamında;

-Tüm temel hak ve özgürlüklerin hiçbir ayrıma maruz kalmaksızın Türkiye’de herkes tarafından kullanılmasının güvence altına alınması ve böylece barış içinde birlikte yaşama ortamının sağlanmasıdır.

-Hakların kullanımının güvence altına alınmaları, ilkesel olarak hiçbir mutabakat/müzakere konusu olamaz.

Bir zihniyete itiraz ve eleştiri:

Amacımız, bütün bu görüşmelerle birlikte geçmişin tartışmalarını tekrar etmek değildir; ortak geleceği kurabilmek için kararlılığımızı artırmaktır. Bu iki hususun, acılarımızı yarıştırmamak ve geçmişte olanları bugüne taşımamak gerektiğinin altını çizerek bu toplantılara başlamamızı önemli görüyorum.” (TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş, “Cumartesi Annelerinin ve Barış Annelerinin Dinlenmesi” gündeminin açılış konuşması, 20 Ağustos 2025)

Numan Kurtulmuş’un dile getirdiği “geçmişin tartışmalarını tekrar etmek değildir” ve “geçmişte olanları bugüne taşımamak gerektiği” ibareleri isabetli ve mantıklı değildir.

Çünkü; “ortak gelecek” için;

  • Evrensel insan hakları ilke ve değerlerinin koşulsuz kabulüne dayalı bir gelecek tahayyülü ve tasavvurunun olması,
  • Ortak gelecek tahayyülünün “sağlıklı” olabilmesi için “geleceğin geri gelebilmesi”,
  • Bunun için de “geçmişin geçmişte kalması” gerekiyor sonucu çıkar ki, bu da yanlış bir anlayıştır.

Oysa bu ülkede “geçmiş”

  • 40 yıldan uzun bir zamandır süren çatışma ve şiddet ortamında,
  • Uluslararası insan hakları hukuku ve uluslararası insancıl hukuku kapsamında yaşanan,
  • ağır/ciddi insan hakları ihlallerinin yol açtığı yaygın bireysel ve toplumsal travmalarla yüklüdür.

“Tamamlan(a)mayan yaslar” ülkesinde “geleceğin geri gelebilmesi”, yaşanmış acılara “sünger çekerek” mümkün mü?

Mesela Taybet İnan, 19 Aralık 2015’te evinin dışında, sokakta öldürüldü. Cenazesinin alınmasına 7 gün boyunca izin verilmedi.  Taybet İnan’a yardım etmek isteyen kayınbiraderi Yusuf İnan evinin avlusunda vurularak öldürüldü. Taybet İnan’ın eşi Halit İnan da cenazeyi almak isterken ateş sonucu yaralandı.

Buna ilişkin Anayasa Mahkemesi’nin 26 Şubat 2025 tarihli kararına bakalım: “Yaşam hakkının öldürmeme yükümlüğüne ilişkin maddi boyutu ile etkili soruşturma yükümlülüğüne ilişkin usul boyutunun ihlal edildiğine dair iddianın süre aşımı nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA…”

Peki, “SÜRE AŞIMI” diye yazıldığında ACILAR yok olabilir mi?

– “Unutturmanın”, hatta belli konularda “hatırlama yasağının” bir idare tekniği olarak kullanıldığı,

– hiç bitmeyen “yas yasakları” nedeniyle kuşaklar boyu süren yasların yaşandığı,

– travmatize edilen topluluklardan hep acılarına “sünger çekmeleri” istenen bir ülkede geçiş dönemi adaleti.

Temel varsayım şudur: Demokratik, çoğulcu, kapsayıcı ve barışçıl bir toplum inşa etmek için silahlı çatışma sırasında veya baskıcı bir rejim tarafından işlenen geçmiş suçların yeterince ele alınması gerekir.” (Hakikat, adalet, onarım ve bir daha tekrarlanmama garantisinin geliştirilmesi üzerine BM Özel Raportörü Raporu, 9 Temmuz 2020)

Hesap verilebilirliğin sağlanması, adaletin yerini bulması ve uzlaşmanın sağlanması amacıyla, “bir toplumun” geçmişte yaşanan büyük çaplı ihlallerin mirasıyla yüzleşmeye yönelik çabalarıyla ilişkili yargısal ve/veya yargısal olmayan tüm süreç ve mekanizmalar devreye sokulmalıdır. (BM Genel Sekreterinin raporu, 23 Ağustos 2004)

Otoriterlik sonrası ortamlardaki uygulama ve deneyimlere dayalı; daha sonra, çatışma sonrası bağlamlara ve çatışmanın devam ettiği veya kayda değer bir geçişin yaşanmadığı ortamlara aktarılıyor bu tür mekanizmalar.

Geçiş dönemi adaleti, insan hakları temelli bir sorun çözme yöntemi olarak anlaşılmalı ve kullanılmalıdır. (BM Genel Sekreteri’nin Geçiş Dönemi Adaleti Rehber Notu, Temmuz 2023.)

Çözüm için Hafıza (Bellek) niçin gereklidir?

* Bilginin edinimi,

* Bilginin saklanması,

* Saklanan bilginin gerektiğinde hatırlanması (geri çağırma) sürecidir.

* Yalnızca bireyin geçmişi zihninde tutma kapasitesi değil, aynı zamanda bu geçmişin toplumsal, kültürel ve politik boyutlarda nasıl işlendiği, bastırıldığı ya da ifade edildiği ile de ilgilidir.

* Sadece geçmişi saklamaz hafıza, şimdiyle ve gelecekle ilişki kurma biçimini de içerir.

* Dolayısıyla anlatı, tanıklık ve kuşaklar arası aktarım yoluyla da canlı tutulması lazımdır.

Yas işi/bellek çalışması: Travmatik yaşantıdan sonra yola devam edebilmek için yas tutan/kaybeden kişinin/topluluğun yitirilen şeyin zihinsel temsilini hatırlamak, gözden geçirmek, bu ilişkiyi yeniden anlamlandırmak üzere başvurduğu zihinsel etkinliklerin toplamıdır.

Travmatik Hafıza (Travmatik Bellek): Şiddetli duyguların eşlik ettiği travmatik olaylar, olanların sembolize edilip öyküleştirilmesine direnirler. Tehdit hissedilen, kaygı oluşturulan konuların bellek yazılımlarında kopukluklar, çarpıtılmışlıklar söz konusu olabilir.

Travmatik bellek izleri, bilince çağrılmadan girip sürekli taciz eder. Burada bilinç; travmatik yaşantıları unutmayı, bastırmayı hiçbir şekilde başaramaz. Ancak onlarla “görmezlikten gelme” oyunu oynayabilir.

Kitlesel olarak travmaya uğramış topluluklar; a-) toplu travmalarını geçmişe gömmüş, unutmuş gibi görünseler bile, travmanın örtük izlerini genç kuşaklara aktarırlar. b-) kolektif belleğe kaydedemedikleri travmatik olayların çevresinde şekillenen, yalıtılmış, içe kapanmış “topluluk bellekleri” oluşturma eğilimi gösterir. c-) topluluğun dışındakiler ise, onların acılarını anlaması mümkün olmayan, anlamak istemeyen “öteki”ler kümesine girer. d-) ötekini düşmanlaştıran bellek kayıtları üzerinden yazılmış geçmiş tasarımları, topluluk öyküleri bir arada yaşamayı imkânsız kılar.

Hal böyle olunca da tamamlanamayan bellek çalışması “bellek takıntısına” dönüşebilir. Yani geçmiş, geçmişte kalamıyor; gelecek geri gelemiyor; bugün kaybedilebiliyor. Demek ki “geçmişin geçmişte kalması için”, geçmişin kötülüklerinden arınmak gerekiyor.

Toplumsal veya bireysel travmanın etkilerinden arınmak: Ötekiyle ilişki içinde yazılabilen benlik veya toplumsal öykülerimiz, yine ötekinin tanıklığında travmatik yaralarını onarabilir.

Bu süreç, aynı zamanda travmatik belleklerin ötesinde bir öteki ile toplumsal bir ortaklığı içeren “kolektif belleği” yeniden yazabilme uğraşısıdır.

“Kolektif bellek” yazımı aynı zamanda bir hakikat arayışıyla birlikte yürütülebilirse toplumsal uzlaşmanın yolunu açabilir.

“Kolektif bellek” çalışmalarının ayırt edici özelliği, hakikat arayışı sürecinde demokratik tartışma ve müzakerenin anlam ve gerekliliğidir.

Bölünmüş bir geçmişten ortak bir geleceğin inşası uğraşısı: Hatırlama ve yas işi veya bellek çalışmasının yapılabilmesi, yaşanmış ağır/ciddi insan hakları ihlallerinin yol açtığı bireysel ve toplumsal travmanın etkilerinden arınmayı sağlayacak şu süreçleri gerektirir:

  • Öncelikle travmaya maruz kalanların tekrar travmatize edilemeyecekleri bir güven ortamının oluşturulması,
  • Travmatik olayların girdabından kurtulmalarını ve saldırganla zihinsel uğraşlarını bitirebilmelerini; saldırganın suçunu tanıklar önünde itiraf etmesi, özür dilemesi ve maddi veya manevi onarma çabası.
  • Gerek bireysel/toplumsal travma ile baş etmeye, gerekse de barışın inşasına yönelik hakikat arayışı, adaletin sağlanması, onarım ve tekrarlanmama garantileri unsurlarını içeren birbiri ile ilişkili kapsamlı programların gerekliliği şarttır. (BM Uzmanları Çağrısı, 11 Nisan 2025)

Hakikati bilme hakkı: İhlale maruz kalanların, ailelerinin ve toplumun bir bütün olarak, bu tür ihlallerle ilgili hakikati, özellikle de faillerin kimliklerini, bu tür ihlallerin nedenlerini ve olguları, bunların meydana geldiği koşulları mümkün olan en geniş ölçüde bilme hakkıdır. (BM İnsan Hakları Komisyonu, 9/11 No’lu Kararı: Hakikati Bilme Hakkı, 24 Eylül 2008)

Adaletin sağlanması: Geçiş dönemi süreçlerinde Devletler; ciddi ihlalleri kovuşturmak ve cezalandırmak, bunu yapmasını engelleyecek her türlü engel veya sınırlamayı tespit edip ortadan kaldırmakla yükümlüdür.

Onarıcı adalet kapsamındaki hapis dışı cezalar yararlıdır; ancak kendi başlarına bir amaç olan cezai yaptırımların yerini olamaz. (Hakikat, adalet, onarım ve bir daha tekrarlanmama garantisinin geliştirilmesi üzerine BM Özel Raporu, 9 Temmuz 2021)

Onarım hakkı: Hakların yeniden kazanımı, tazminat ve rehabilitasyon üçlüsünün her biri diğerine içkindir. Burada tatmin ve hakikati bilme hakkı ile bir daha tekrarlanmama garantileri esastır. (BM İşkenceyi Karşı Komite’nin 3. Genel Yorumu, 13 Aralık 2012.)

Tekrarlanmama garantileri: Kurumsal reformlar ve uygunluk incelemeleri; aynı zamanda toplumsal, kültürel ve bireysel alanlardaki tedbirleri de içerir.

Ciddi insan hakları ve uluslararası insancıl hukuk ihlalleri bağlamında hafızalaştırma süreçleri: Geçiş dönemi adaletinin beşinci ayağını oluşturur. (Hakikat, adalet, onarım ve bir daha tekrarlanmama garantisinin geliştirilmesi üzerine BM Özel Raportörü, 09.07.2020)

Hafıza olmadan hakikat, adalet ve onarım hakları tam olarak gerçekleştirilemez ve bir daha tekrarlanmama garantisi verilemez.

Burada ekonomik, sosyal ve kültürel hakların dâhil edilmesi ve çatışma/şiddetin kök nedenleri olan yapısal sorunların da ele alınması da lazımdır.

Bu programlar aynı zamanda; ihlale maruz kalanların normlara dayalı olarak haksızlığa uğradığının ve hak sahibi olduğunun kabul edilerek TANINMASINA,

✓norm ve değerlere karşılıklı bağlılık duygusundan gelişen GÜVENİN teşvik edilmesine katkı sağlar.

 ✓uzlaştırmaya ve hukukun üstünlüğünün güçlendirilmesine katkıda bulunulmasının sağlanmasına yardımcı olmaktadır. (Hakikat, adalet, onarım ve bir daha tekrarlanmama garantisinin geliştirilmesi üzerine BM Özel Raportörü Raporu–09 Temmuz.2012)

Barış içinde birlikte yaşanabilecek demokratik bir ortamın geliştirilmesi hepimizin etkin mücadelesine bağlıdır,

DOSTÇA, DAYANIŞMA İÇİNDE BİRLİKTE ÖĞRENEREK ve DÖNÜŞTÜREREK

Yalnız değiliz; insanca yaşanacak bir dünya için hep birlikteyiz.

(Bu hususta) Tüm kesimlerin her düzeydeki çabası son derece kıymetlidir.”

Benzer Haberler